senli benli

senli benli

İş çıkışı bir lokantaya giriyorsun karnını doyurmak için. Az tavuk suyu, bi yoğurtlu semiz otu istiyorsun garsondan. Meze olanından değil yalnız, yemek sayılanından. İyi oluyor böyle. Ne çok doyuruyor, ne aç bırakıyor. Tavuk suyuyla yoğurtlu semiz birbirine ne kadar yakışır tartışılır tabii ama damak zevki bu, kime ne? Buranın yemekleri hayli güzel. Seviyorsun. Biraz pahalıca gibi. Olsun. Ne ucuz ki? Tek sorun her geldiğinde değişmiş oluyor yemeklerin fiyatları. Arkasından yetişemiyorsun. Eskiden daha sık uğrardın, seyrelttin mecbur. Geldiğinde de az çorba, bir kap yemek söylüyorsun artık. Üçüncü çeşit sessiz sedasız kalkıyor masandan. 


Tipik bir haziran akşamı. Hava henüz insanı bıktıracak kadar sıcak değil. Terletmiyor da denmez şimdi, terletiyor ama yapış yapış da etmiyor yani. Tatlı bir esinti hafif hafif yokluyor arada sırtını. 


Garson siparişini alıp gidiyor. Gitmesiyle gelmesi de bir oluyor. Alışkanlığın kazandırdığı o hız ve beceri… Gözünü bağlasalar yine de hızından hiçbir şey kaybetmez diye düşünüyorsun. Aynı hızla yapar her ne yapıyorsa. Eliyle koymuş gibi bulur her ne arıyorsa, ki zaten eliyle koymuştur herhalde. Acaba evinde nasıldır diye düşünüyorsun bu kez. Ama evinde bu kadar hızlı hareket edebileceğine ihtimal vermiyorsun. Onun bu lokantayı evinden daha iyi tanıyıp bildiğinden emin sayıyorsun kendini. 


Garsonun omuzunda bez, bir elinde küçük bir salata tabağı, diğer elinde ekmek sepeti ve peçeteye sarılmış çatal kaşık… Salata ikram tabii, sen sipariş etmiyorsun. Etmiş olsan verdikleri bu azıcık şeye belki itiraz ederdin. İkram olduğu için sesini çıkarmıyorsun. Domates ve salatalık tanelerini gözleriyle sayabiliyorsun, o kadar yani. Önceden böyle değildi biliyorsun. İkram bile olsa her şeyden bol bol koyarlardı içine. Öyle iki lokmalık olmazdı hiçbir tabak. Ama naparsın işte. Her yerde böyle artık. 


Salata tabağını masada rastgele bir yere bırakıp boşalan eliyle bezi kavrıyor garson. Hareketlerini ilgisiz bir şekilde ama gözünü ayırmadan seyrediyorsun. Hep böyle olur zaten. Garsonun elleri takip edilir masada istemsiz, yüzüne bakılmaz, ayıpmış gibi. Ama birden adını soruveriyorsun.


- Birader adın neydi senin ya?  

- Yakup abi.

- Memnun oldum Yakup.

- Eyvallah abi.

İçinden “ulan insan senin adın ne diye sorar be öküz” diye geçirirken Yakup masanı temizliyor hızlıca. Ekmek sepetini yeri tam orasıymış gibi biraz uzağında bir yere, salatayı ve çatal kaşığı ise tam önüne bırakıyor. 

Çatal ve kaşığı biraz yana kaydırıyorsun önce doğrusu buymuş gibi. Sonra sarıldıkları peçeteden çıkarıp aynı peçeteyle güzelce siliyor, yeniden masaya bırakıyorsun. Telefonunu kurcalıyorsun bir süre. Tekrar çatal kaşıkla uğraşıyorsun. Yemek öncesi oyalanmaları işte. Yeterince açsan zamanın bir türlü geçip gitmediği, yemeğinin bir türlü çıkıp gelmediği o tuhaf anlar.  


Lokanta nerden baksan yarı yarıya dolu. İçerdekileri de saysan en az on beş masada müşteri var. Allah bereket versin. Dışarda oturuyorsun. Hemen sokağın başındaki masadasın. Dışardaki masalar lokantanın bulunduğu sokağın iki yanına sağlı sollu dizilmiş. Aradan insanlar geçip duruyor. Öyle ki müşterilerden dalgın olanlar sokaktan geçen birini garson sanıp sesleniyorlar arada. Hızlıca göz gezdiriyorsun masalarda oturanlara ama kimseyi tam olarak gördüğün söylenemez. Kimisi yemeğini yiyor, kimisi çoktan ikram edilen çaya geçmiş.


Bir çift yaklaşıyor sokağın başından lokantaya doğru. Sırtlarında kocaman çantalar, yüzleri  güneşten kızarmış. Buralardan olmadıkları neredeyse alınlarında yazıyor. İlk bakışta anlıyorsun turist olduklarını. Merakla lokantaya bakındıklarını fark etmiş olacak ki şef garson da ileri atılıveriyor hemen.


- Buyurmaz mısınız efendim?
- Merhaba, yemekler güzel sizin?
Tabii efendim, çok güzeldir yemeklerimiz, buyrun oturun. Yakup oğlum misafirlerimize yardımcı ol hemen. 
- Tesekkür, bakıyor biz. Ne yemek? 
Çeşit çok buyrun bakın. Kuru fasulyemizi tavsiye ederiz. 

- Okey, tesekkür.   


Yakup boş bir masaya buyur ediyor turist müşterileri. Ağzından cılız birkaç Türkçe söz çıkıyor ama turistlere ulaşmıyor. Onları masalarında bırakıp uzaklaşıyor. Turistlerin ne sipariş ettiklerini duyamıyor, merak ediyorsun. Bu sırada uzak masalardan birinden birtakım bağırışmalar yükseliyor. Oraya kulak kabartıyorsun.


- Sikerim böyle iyiliği. Bir tas çorbaya 100 lira alıyorsunuz yavşaklar. Milleti sikiyorsunuz resmen.
- Bak amca sabrımı zorlama, adam gibi iç çorbanı kalk git. Sana insanlık yapanda kabahat. 
- Sus lan ibne, sen mi verdin çorbayı, aşçı verdi. İşine bak. 
- Ulan senin ağzını yüzünü dağıtırım bak. 
Bırak oğlum uyma şu manyağa. Çorbasını içsin siktirsin gitsin. Bak yabancı müşteriye de ayıp oluyor.
- Siz siktirin gidin şerefsiz kazıkçılar. Gelene geçene geçiriyorsunuz ayıp değil mi? 
Lan çorbanı iç siktir git, belanı sikerim senin. 
Bir çorba verdiniz burnumdan getirdiniz pezevenkler. Sizin de çorbanızın da amına koyayım.    

- ...


Masasının yanından geçerken Yakup’u durdurup soruyorsun.


 - Yakup orada noluyor öyle ya?
- Abi sorma ya, bizim usta evsiz manyağın birine çorba ikram etmiş sevabına. Garson arkadaş da çorbayı önüne koyarken biraz atar gider yapmış. Adam da açtı ağzını yumdu gözünü valla. 
- İyi bari kovmadınız dükkandan, helal olsun.

Bizim şefe dua etsin valla. Uymayın deyip kapattı konuyu. Bize kalsa afedersin çoktan siktir ederdik pezevengi. 


Yakup sözünü bitirip koşturmaya devam ediyor masalar arasında. İçeri girip çıkıyor. Küllük boşaltıyor. Hesap iletiyor. Çay ikram ediyor müşterilere. Ezberden yapıyor gibi görünüyor her bir şeyi. Eli boşalınca masaları da görebileceği bir köşede durup sokağı izliyor. Kadınların kıçlarına bakıyor itinayla. Yakup’u seyrediyorsun göz ucuyla. Bu kez arkandaki masaya takılıyor kulağın.


Öyle böyle koymadı valla adam bize. Yine ezdi geçti helal olsun.
- Bu milletten adam olmaz birader. Celladına aşıklar celladına. Deveyi diken insanı siken dememişler boşuna. Gene gidip verdiler oylarını. Bak küçücük bir su ne kadar olmuş görüyor musun? 
- Müstahak abi bunlara. İçecek su bulamazlar inşallah. Sana bana hava hoş. Giren bunlara giriyor. 
- Öyle tabii de yine de canı sıkılıyor insanın. 

- Tatlı ne vardı burada ya?   


Yakup’a sesleniyorlar.


- Pardon bakar mısın kardeşim?


Yakup koşuyor.


- Buyur abi?
- Tatlı neyiniz var?
İçeriye bir sorayım abi, bakalım ne kalmış.

- Hadi, sana zahmet.


Yakup bir koşu gidip geliyor.


Künefemiz ve kadayıfımız var abi. 
Künefe alır mıyız beyler?
- Olabilir.
Kardeşim bize iki tane künefe yap, ortaya. Dört de servis.

- Tamamdır abi.


Yakup’un afiyet olsun diyerek yemeğini masana bıraktığı ana kadar ne kadar zaman geçtiğini fark etmiyorsun. Ekmekten bir dilim koparıp atıveriyorsun ağzına ve çorbandan ilk kaşığını alıyorsun. Buranın ekmeklerini de bayağı seviyorsun. Kendileri yapıyormuş öyle demişti çalışanlardan biri vaktiyle. Hafif tuzlu, mayası kararında. Çorbayla bütünleşip hamurlaşan ekmeği gırtlağından aşağı yuvarlıyorsun iştahla. Yalnız ansızın kasenin üzerine biraz fazla eğildiğini düşünüp doğruluveriyorsun. Kamburun çıktı çıkacak bu yaşta. Sağda solda reklamını gördüğün şu korselerden mi alsan acaba diye düşünüyorsun. Gerçekten işe yarıyor mu ki o şeyler? Bunu bir daha düşüneyim diyorsun. Bunu bir daha düşüneceğini belki yirminci kez söylemiş oluyorsun.  


Sırtını dikleştirmiş bu kez de üzerine çorba dökmemek için uğraşıyorsun. Eziyet çekiyormuş gibi bitiriyorsun çorbanı. Eline çatalını alıp bu kez yoğurtlu semizi yemeye başlıyorsun ufak ufak. Bu kez tuzu biraz az olmuş. Geçen sefer yediğin daha iyiydi sanki, öyle hatırlıyorsun. Tuzu sonradan koyunca bi şeye benzemiyor yediğin şey. İstediğin tadı alamıyormuş gibi hissediyorsun. Sonradan eklenen baharatlar yemeğe karışmıyormuş gibi geliyor. 


Yan tarafındaki masa dikkatini çekiyor. Yan tarafın dediysek sokağın diğer tarafı ama tam hizanda. Karşılıklı iki kişi oturuyorlar. Biri orta yaşlarında biri nispeten daha genç iki adam. Bakmıyor ama gözünün kenarından görüyorsun. Dikkatini çeken masadakilerden birinin yaptığı telefon konuşması. Konuşan orta yaşlı olanı. Tam hizanda olduğu için gözünün kenarıyla yüzünü seçemiyorsun. Genç olanı yemek yiyor karşısındakine aldırmadan.


- Yani ben resmi kurumda çalıştığım için görüşmelerimi yaptım müdürümden de iznimi aldım. 
- Evet, o konuda sorun yok.
- Size de uygunsa 3 ya da 4 Temmuz'da gidebiliriz.
- Yüzmeyi biliyorsunuz değil mi? 
- Yüzmeyi biliyorsunuz güzel. Evet yani ben yüzmek isterim. 

- Evet evet, yüzmek istiyorum açıkçası. Çok sevinirim benimle birlikte yüzerseniz. Güzel vakit geçirmiş oluruz. 


Ulan adamın sokak ortasında yaptığı telefon görüşmesine bak, diye geçiriyorsun içinden. Hiç utanıp sıkılmıyor da.


- Hoşça vakit geçirmek isterim yani. Biliyorsunuz yüzerken suyun içinde konuşmak, orada kıyıdan uzakta bir yerde hoşbeş etmek açıkçası benim keyif aldığım bir iş inkar etmeme gerek yok. O yüzden benimle birlikte yüzerseniz çok sevinirim.
- Bunun için ayrıca ödeme de yapabilirim. 

- Bu arada ne kadardı ücretiniz acaba onu da netleştirelim de konuşulmamış konu kalmasın.


Lan şaka mı bu adam! Uluorta neyin pazarlığını yapıyor? Pes. 


- Iıı ben açıkçası sizden o enerjiyi aldım, benim de size itici geleceğimi düşünmüyorum. Tanışınca zaten sizin de ilginizi çekecektir diye düşünüyorum. 
- Umarım bir aksilik çıkmaz.
- O konuda sorun yok. Kalacak yerimiz var onu ayarladım. Dediğim gibi tek endişem genelde kıyıda bekliyorlar birlikte yüzmüyorlar, birlikte yüzmekten çekinebiliyorlar. 
- Ben çok sığ su sevmiyorum o yüzden deniz tabanı kum olan bir yere gidelim istedim. Derin olsun, derinde yüzmeyi çok seviyorum. O yüzden denizi derin olan bir yer ayarladım.
- O zaman ben anlaştığımızı düşünüyorum.
- Evet. Evet. 
- Umarım bir aksilik çıkmazsa 3 Temmuz'da görüşüyoruz o zaman. Öncesinde de yine haberleşiriz zaten bir aksilik olursa filan diye.
- Yok yok para konusu hiç sorun değil, pazarlık yapacak değilim.
- Tabii tabii. 
- Anlaştık o zaman. 
- Teşekkür ederim.

- Görüşmek üzere, hoşça kalın.


Neydi şimdi bu, diye düşünüyorsun. Doğru mu duydun yoksa adam ciddi ciddi eskort mu ayarladı kendine sokak ortasında? Yoğurtlu semizin yarısı soğumuş kalmış tabağında. Yakup’u çağıyorsun. Geliyor. Benim duyduklarımı sen de duydun mu diye sormak istiyorsun ama dedikodu yapma fikri hoşuna gitmiyor, cayıyorsun.


- Edip Cansever’i bilir misin Yakup?
- Yok abi bilmiyorum. Kimdir?
- Şair. Bir şiiri var Çağrılmayan Yakup diye. Garsonlar için yazmış. 
- Haberim yok valla abi.
- Bakarsın belki bir ara.
- Bakarız abi. Çay vereyim mi?

- Olur. Masayı da topla sana zahmet, devam etmeyeceğim.


Yakup masayı topluyor hızlıca. Tabak çanağı içeri götürüp bir bardak çay ve bir bezle çıkıp geliyor yine. Çayı bırakmış masayı temizlerken dayanamıyorsun.


- Yakup şu yandaki adam az önce eskort mu ayarladı telefonda? Duydun mu sen de söylediklerini?
- Yok abi duymadım. Ama helal olsun öyleyse. Kör mör ama işini biliyor.
- Adam kör mü?

- Evet abi, fark etmedin mi?


Bir körün denizde nasıl yüzebildiğini düşünmemiştin daha önce. Çayını içmeden kalkıyorsun.



26102023 

Yorumlar

Popüler Yayınlar